Hiç aklınıza geldi mi, acaba danışanların derdine derman olan, ruhlarına dokunan, yüreklerdeki sökükleri diken ve ailelere yön gösteren ruh sağlığı uzmanlarının kendi babalarıyla ilişkileri nasıldı? Nasıl bir çocukluk geçirmişlerdi? Kendilerini yetersiz hissettiklerinde nelere sarıldılar? Özgüven eksikliği yaşadılar mı, kalpleri kırıldı mı, onların da canları acıdı mı?
Onlar da babalarına benziyorlar mıydı? Babalarından aldıkları davranış kalıplarını kendi çocuklarına yansıttılar mı? Yaşanan sorunların ne kadarı geçmişten, ne kadarı bugünden kaynaklanıyordu?
Sevilay Acar, Babam ve Ben’de Prof. Dr. Özcan Köknel, Prof. Dr. Kemal Sayar, Prof. Dr. Nevzat Tarhan ve Pedagog Ali Çankırılı’yla yaptığı sohbetlerle onları çocukluk yıllarına götürüyor. Bugün her biri psikiyatri ve pedagoji alanında uzman olan isimler çocukluk yıllarına dair içten paylaşımlarda bulunuyor, sadece kendi tecrübe ve hikâyelerini paylaşmıyor, adeta “yalnız değilsiniz” diyerek okurları da bu yolculukta cesaretlendiriyorlar.
Böylece geçmişi pek çok yönüyle ele alırken bugünün “baba figürü”ne ve baba-çocuk ilişkinin hassas noktalarına temas ediyorlar ve ortaya hem onların çocukluk yıllarının hem de günümüzün toplumsal yapısıyla ilgili bir tablo çıkıyor.
Babam ve Ben, sevgisini göstermek isteyen, ilgi bekleyen, duygusal çatışma yaşayan, belki de sadece yaşadıklarını tebessümle hatırlayan bütün okurlar için…
Baba, Türkiye’nin geleneksel doğasıdır, oğul modern tecrübe. Emniyet ve risk. Onay ve özgürlük. Kalmak ve gitmek. Oğul gider, ama tam gidemez, bir yönüyle kalır. Tıpkı acılı yurdumuz Türkiye gibi. Orada ama burada. Modern ama geleneksel. Batı’ya yüzünü dönmüş, ama Doğulu. Babaların ve oğulların hikâyesi Türkiye’nin iki yüz yıllık tarihidir. Üstelik, baba ve oğul arasında çatışma varsa, orada bir galip bulmak zordur.