…insan dünyaya ceset olarak gelir ama yaş alırken ve de öldüğünde asla bir ceset değildir.
“Bir şimşek çaktı ve ben sıralı odalardan birinde, parmaklıkların arkasında bir silüet gördüm. ‘Bir deli!’ demiyorum, ‘Bir akıllı!’ gördüm! Zira o anda avluda olmayan ve koğuşların içinde kalanlar aklı başında olanlardı. Tam yedi tane vardı onlardan. Biri ise, o an tam karşımda duruyordu. Nüfuzlu kişilerden birinin ya da birilerinin canını sıkmış ve hapishaneye atılamadığı için adına sahte evrak düzenletilip Bimarhane’ye tıkılmışlardı. Onlar, bazen gayrimüslim dispanserlerinden sevk ediliyor, ruhani liderlerinin verdiği kuru bir icazet deli damgası yemelerine yetiyordu. Sadece gayrimüslimler mi haksız yere deli damgası yerdi?”
İnsan nasıl deli damgası yer?
Bir özgürlük mücadelesi… Delilerin boyunlarına vurulan ağır zincirlerin çözülmesi için uğraş veren, biri Müslüman biri Yahudi iki tabibin nefes kesen öyküsü. Yollarına çıkan kızıl gözlü dev bir ermiş mi yoksa katil mi? Haksız yere Bimarhane’de tutulan aklı başındalar özgürlüklerine kavuşacaklar mı?
Sultan Abdülaziz’i bile yerinden kaldırıp olanı gözüyle görmeye sevk edecek kadar büyük bir mücadele. Tarihin tozlu raflarında unutulmuş insanlık dışı bir geleneğin Süleymaniye’den Toptaşı’na uzanan nefis öyküsü.
Gerçek karakterlerle örülmüş roman, 1873-1876 yıllarından küçük bir kesit sunuyor. Bitirmeden bırakamayacaksınız.